Berkeley ve İdealizm
Felsefeİrlandalı felsefeci George Berkeley (1685-1753) en çok, şaşırtıcı bir savı ile bilir. Der ki, madde diye bir şey yoktur; zihinler ve ve düşünceler vardır, başka da birşey yoktur.
Birileri onları izlese de izlemese de, dünyanın var olan maddesel nesneler içerdiği pek çoğumuza göre besbellidir. Ancak Berkeley’e göre de çoğumuz yanılmaktayız. Berkeley der ki, maddesel nesneler denen o şeyler aslında bir düşünce koleksiyonudur ve zihinlerden bağımsız olarak var olamazlar. Örneğin, sahilde duran bir çakıl taşını düşünün. Ne deriz o çakıl taşı için? Gri ve yuvarlak hatlıdır; katı ve pürüzsüzdür, kaldırdığımız zaman ağır gelir, hafiften deniz suyu kokar ve tadı biraz tuzludur. Ancak bütün bu betimlemeler yalnızca bizim kendi algılarımızı, bilim kendi “düşüncelerimizi” dile getirir. Biz bu düşünlere bir maddesel nesnenin yol açtığını varsayarız ve o nesne fiziksel özellikleri ile duyu organlarımızı uyarır, onlar da beyinlerimize sinyaller gönderir ve bu böyle sürer. Ama Berkeley aynı görüşte değildi. Ona göre çakıl taşı gri olma, katılık, tuzluluk ve bunun gibi özellikler sadece insan düşüncesiydi.
Berkeley felsefesi ve dünyanın sonuçta zihinsel olduğunu öne süren herhangi bir felsefe, “idelalizm” olarak bilinir. Onun karşıtı olan, var olan yalnız maddedir diyen öğreti de “materyalizm” olarak bilinir.
Düşüncelerimizin Kaynağı
Bize dünyayı temsil eden düşüncelere maddesel nesneler neden olmuyorsa, o zaman nedir onların nedenleri? Berkeley soruya şu yanıtı verir: Tanrı. Dünyayı ve onun nesnelerini bize temsil eden görme, işitme, dokunma, tat ve koku alma deneyimlerinin hepsi zihnimize Tanrı tarafından yerleştirilir.
Ben bakışımı çakıl taşına yönelttiğimde, Tanrı benim zihnime belli renkler ve şekiller sokar. Ben taşı teptiğim zaman, Tanrı zihnime bazı dokunma düşünceleri sokar ve görsel izlenimlerimi sahil boyunca kayan çakıl taşına göre değiştirir. Siz bakışınızı aynı çakıl taşına yönlendirince, Tanrı sizin zihninize de düşünceler sokar. Bu düşünceler sizin bakış açınızdan görünen çakıl taşları davranışları ile tutarlıdır.
Böyle bir gerçeklik anlayışının sonucu şudur ki, algılanmayan hiçbir nesne yoktur. Eğer bir çakıl taşı bakılmıyor, duyulmuyor, koklanmıyor, tadı alınmıyor ve dinlemiyor ya da başa türlü algılanmıyorsa, o hiç de bir çakıl taşı değildir. Yoktur aslında. Bu, nesneler sürekli olarak bir var oluyor bir yok oluyor anlamına mı geliyor? Hiç öyle değil, der Berkeley, çünkü doğadaki bütün nesneler sürekli olarak Tanrı’nın zihninde yer alır. Onları kimse algılamasa bile, Tanrı algılar.
Nesneler
Bizim bedenlerimiz bile bir düşünce koleksiyonudur. Ellerimiz, ayakalrımız, beyinlerimiz, kulaklarımız, gözlerimiz bir sinir sistemimiz var. Fakat “kulakları olmak” şu anlama gelir; ben bir aynaya baktığımda, Tanrı zihnime kulak-biçimli görsel izlenimler sokar; kulaklarımı kapattığımda Tanrı benim işitsel izlenimlerimi uyuşturur vb. Bu çok tuhaf bir anlayıştır. Bu demektir ki, gördüğümüz, hissettiğimiz ve işittiğimiz şeyler yalnızca bir düşünceler demeti değil, görme, hissetme ve işimte organlarımız da birer düşünceler demetidir.
Hiçbir Şey Gerçek Değil Mi?
O halde gerçeklik, zihinlerden ve düşüncelerden oluşur. Başka hiçbir şey yoktur. Bu, hiçbir şey gerçek değildir anlamına mı geliyor? Yani kayalar, yıldızlar, bulutlar ve ağaçlar yalnızca yanılsamalardır? Hiç de öyle değil. Berkeley’in dünyası, tıpkı materyalistlerin dünyası gibi, bakar, hisseder, tat alır, koku alır ve ses verir. Berkeley’in dünyasında nesneler materyalistin dünyasında oldukları gibi tutarlı ve önceden kestirilebilir şekilde davranırlar. Berkeley’in dünyasında eksik olan tek şey “maddedir.” Zaten Berkeley’e göre bu da gereksiz bir fikirdir.
Materyalizme Karşı İdealizm
Berkeley’in idealizmi çılgınca gelebilir, ama bu idealizmin yanlış olduğu anlamına gelmez. Onu şöyle düşünün: Birbiriyle yarışan iki gerçeklik anlayışı var: Materyalistin maddesel nesneler dünyası ve yalnızca düşünce koleksiyonlarından ibaret olan Berkeley’in dünyası. İki dünya da aynı görüntü, ses, dokunma hissi, tat ve kokuyu veriyor. Hangi kuramın doğru olduğunu gösterecek bir deneysel sınama da yapamıyorsunuz. Yapabileceğiniz tek şey hangisinin daha olas ıolduğunu kendinize sormaktır. Kuşkusuz idealist dünya bize çarpıcı ölçüde acayip gelecektir. Fakat Berkeley buna materyalistin dünyasının daha acayip olduğu yolunda karışılık verir, çünkü o dünya bilmediğimiz ve anlamadığımız bir şeyden oluşur ve derinlemesine bir çözümleme onun, yani maddenin var olamayacağını ortaya çıkarır.
Bu Maddenin Nesi Var?
Berkeley bizi materyalizmin yanlış olduğuna inandırmak için birçok sav ortaya attı. Bunlardan biri maddenin algılanamaz olduğudur. Çakıl taşını bir daha düşünün. Belli bir şekli, boyutu ve rengi varmış gibi görünür; katı, pürüzsüz gelir vb. Bunlar hep duyusal izlenimlerdir, ya da Berkeley’in terimlerine göre, “düşüncelerdir.” Bunları çakıl taşı kavramımızdan çıkarın, ne kalır geriye? Hiçbir şey. O bir arada tutacak bir maddesel bağ bulamazsınız. O halde madde kavranabilir değildir. Tabii “madde”, “maddesel nesne” ve bunun gibi sozcükler kullanabiliriz. Ama onlar boştur; anlamsızdır.
Berkeley’in bir başka savı bizi maddenin gereksiz olduğuna inandırmayı amaçlar. Berkeley’in çağdaşı olan materyalist felsefeciler şöyle bir dünya görüşüne sahipti: Tanrı, fiziksel nesneler yaratır, bu nesneler duyularımız üstünde etki yapar ve böylece zihnimizde düşünceler oluşur. Ama bu görüş maddeyiz gereksiz kılar. Berkeley, denklemden maddenin çıkarılması ve Tanrı’nın yudusal izlenimleri doğrudan zihinlerimize işlemesi daha düz ve daha basittir der. (Tabii biz, bu tartışmanın dayandığı Tanrı varsayımını kabul etmek için, Berkeley’in çağdaşlarından daha az istekli olabiliriz.) Ancak Berkeley’in en tutuğu sav, ki onu özdekçiliğe karşı yıkıcı bir darbe olarak görürdü, Usta Tartışması adıyla andığıdır. O bunu maddenin mümkün olmadığına bizi inandırmak için kullanır: Zihinden bağımsız bir madde anlayışı kendi içinde çelişkilidir.
Maddenin algılanması konusunda Berkeley şunu ileri sürer: Materyalist, algılanmadan var olanı kavradığını iddia eder. Ancak bu, görülmeyen bir şeyi gördüğünü öne sürmek kadar saçmadır. Şu bir gerçektir ki, algılanmadan var olan bir kitabı ya da bir ağacı biz zihinlerimizde resmedebiliriz, ancak bunu yaparken tam o kitabı ya da ağacı düşünüyor ya da algılıyor oluruz.
Bir materyalist buna şöyle karşılık verebilir: Tamam, biri bir aağcı düşünürken bir ağaç düşüncesi onun zihnindedir. Ancak bu ağacın kendisinin onun zihninde olduğu anlamına gelmez. Tabii, “düşünce” onun zihnindedir; fakat düşünceye konu olan şey onun zihinin dışındadır.
Çılgın, Ama Belki O kadar da Değil?
Berkeley’in materyalizm karşıtı savlarını tuhaf, hatta gülünç bulabilirsiniz. Aamakesinlikle neyin yanlış olduğunu belirlemek şaşırtıcı ölçüde zor olabilir. Berkeley’in maddenin olamayacağı savına en sonunda inanmış pek az felsefeci vardır. Fakat aralarında David Hume ve Immanuel Kant’ın da bulunduğu çoğu felsefeci, Berkeley’in maddenin algılanamaz olduğuyla ilgili savlarının ne denli önemli olduğunu ve söz konusu terimi onun ne anlama geldiğini bilmeden kullandığımızı gayet iyi anlamışlardır.